İsrail ordusunun Refah’a karadan da saldıracağı endişesiyle bölgenin doğusunda zorunlu göç başlarken CNN TÜRK Ankara Temsilcisi Dicle Canova dikkat çeken değerlendirmelerde bulundu.
Katıldığı törende konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan , ‘Türkiye Gazze sınavını en başarılı veren ülkelerden biridir’ dedi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da hafta sonu İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Zirvesi için Gambiya’daydı. O zirveden çıkan kararların anlamı nedir? Türkiye’nin katkılarıyla, Türkiye’nin ısrarıyla hangi karar bildirisine hangi maddeler eklendi? Özellikle İsrail’in olası Refah operasyonuna karadan saldırısına karşı yaklaşımı nasıl?
CNN TÜRK Ankara Temsilcisi Dicle Canova şu değerlendirmelerde bulundu; Felaket olur. Ankara’daki yaklaşım bu. Zaten Hakan Fidan’da İİT Zirvesi’nde yaptığı konuşmada bunu söyledi. ‘İsrail, Refah’taki planlarını hayata geçirmeyi başarırsa tarif edilemez boyuttaki felakete tanık olacağız.’ dedi.
Hem insani felaketten bahsediliyor. Hem de elbette bölgedeki başka gelişmeleri tetikleme potansiyeli sebebiyle bölgesel bir felaketten bahsediliyor. İnsani felaket… 7 ay oldu. İsrail’in 7 Ekim 2023’ten beri Gazze’ye saldırısı sürüyor. O tarihten önce Refah’taki nüfus eldeki verilere göre 280 bindi. Şu anda 1,5 milyon. Neden? 2,3 milyonlu Gazze’de 1,9 milyon kişi yerinden edildi. Bunların neredeyse 1 milyonun üzerindeki bölümü Refah’a yerleşmiş vaziyette. Bugün Refah’ın doğusunda İsrail’in saldırma ihtimali nedeniyle yeniden nüfus hareketliliği var.
Yaklaşık 100 bin kişilik nüfusun doğuda yeniden göç etmeye hazırlandığı bölgeden geliyor. Bu ne demek? Orada yaşayan insani sorunun, başta kıtlı olmak üzere, daha da artacağı anlamına geliyor. İşte Ankara bu açıdan da ‘felaket olur’ ifadesini kullanıyor.
Bugün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Katar Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı ile bir telefon görüşmesi yaptı Burada tabi Ankara’nın temel amacı İsrail’in ateşkese razı edilmesi ve insani yardımların bir an önce bölgeye daha da fazla bir şekilde ulaştırılabilmesi. Bunun için de elbette İsrail üzerinde ticari, siyasi, diplomatik her türlü baskının yapılması için Ankara devrede.
Malum Katar-Mısır arabuluculuğunda Kahire’de iki gündür ateşkes için görüşmeler vardı. Bu görüşmeler bitti, Hamas heyeti Katar’a döndü. O noktada da Fidan’ın Katarlı mevkidaşıyla yaptığı görüşme önemli. Belli ki bu son sürece ilişkin de karşılıklı görüş alış verişinde bulundular.
İsrail’i durdurması açısından elbette en önemli aktör ABD. Fakat görünen o ki, ABD’de henüz Netanyahu’yu durduracak bir irade yok gibi duruyor. Olsa bile Netanyahu’nun durmayacağı yönünde bir takım tespitler var. ABD’deki seçim süreci de bunda etkili oluyor elbette. Ama diğer yandan ABD’nin de İsrail’e zaman kazandırmak amaçlı hareket ettiği de gözlemleniyor. Ve her geçen gün İsrail lehine oluyor. Zaten Hamas’ın bu ateşkes konusunda süresiz olmaması nedeniyle soru işareti koymasının arkasındaki sebep de bu. Çünkü orada Hamas olmadan bir çözüm, Hamas’ı yok ederek bir çözüm üzerinden ilerleniyor. Bu operasyonların da amacı o.
Anlaşmasız her geçen gün İsrail operasyonlarını artıracak. Bunun da altını çizelim.
Ankara’da konuştuğum kaynaklar da diyor ki; Meseleyi karanlık sokaklara sürükleme çabasındaki ülkelerin tekelinden çıkarmak gerekiyor. Peki bu nasıl olacak? İİT’de çıkan sonuç… Orada satır aralarında neler var?
Bir kere Hakan Fidan orada yaptığı konuşmada neler söyledi? Bunlar yol haritası için de önemli… Dedi ki; Bölgesel rekabete bu mesele kurban edilmemeli. İkincisi; Saflar sıklaştırılmalı ve diplomatik yollarla zorlayıcı önlemlerin sonuç getirmesi sağlanmalı. Ve tabi ki İsrail’i iki devletli çözüme ikna etmek gerekiyor.
Bu mesajların ardından da zirveden bir takım kararlar çıktı. Neydi? İsrail’in kültürel, ekonomik, siyasal dışlanmasına dönük çaba harcanacağı duyuruldu. Ve diğer yandan teşkilata üye ülkelerinde Uluslararası Adalet Divanı’ndaki soykırım davasına müdahil olmasına dönük çağrılar yapıldı. Henüz Türkiye dışında bu anlamda adım atan, adım atacağını deklare eden ülke yok. Ankara hem ticareti durdurdu, hem de soykırım davasına müdahil oldu.
Benim de edindiğim bilgiye göre; Ankara tüm bunları tetikleyerek aslında bir anlamda hükümetlerden ziyade halklara etki etmeye çalışıyor. Kamuoyu baskısının hükümetler üzerinde kurulmasını, artmasını sağlamasını gayret gösteriyor. Bağırıp çağırmadan rasyonel bir politika izleyerke hem bölge ülkelerini hem de Batı’yı bu konuda harekete geçirmeye çalışacak, daha da devam edecek.
Bir kere her şeyden evvel bu meselenin tek başına bir Arap veya İslam ülkelerini sorunu olmadığı, uluslararası hukuk ve insani değerler açısından bu meseleye bakılması gerektiği mesajlarını Ankara sürdürecek. Bilhassa bir takım değerler etrafında bir araya gelen Avrupa Birliği ülkeleri üzerinde bu temasları güçlendirmesini bekliyoruz. Aksi halde bir etnik sorun olarak algılanması durumunda Batı’nın duyarsız kalabileceği yönünde bir takım şüpheler, tedirginlikler var.
Avrupa Birliği içerisinde de İrlanda gibi Filistin’i tanımayan ülkeler var. Onlarınteşvik edilmesi yönünde bir takım çabalar, diplomatik girişimler göreceğiz. Zaten var, bunlar artarak devam edecek. Yani sorunu Ankara, Arap ülkelerinin bir sorunu gibi görünmesinden çıkarmaya çalışacak. Benim izlemimin bu. O nedenle, Türkiye’nin İsrail ile ticarei ilişkilerini durdurmasının ardında da bu mesaj var aslında. Bu adımı bir Arap ülkesi değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin atması da diğer ülkelere örnek teşkil eder diye bakılıyor.
Sadece Türkiye’den giden malları içermiyor bu. 3. ülkelerin mallarının da İsrail’e gidişi engellenecek. Yani Türk firmaları üzerinden giden malların gidişi de engellenecek. Bu da 3. ülkelere bir anlamda mesaj olacak diye bekleniyor.
Diğer yandan zirvede alınan bir başka önemli karar da var. Onun da arka planını anlatayım. Filistinlilere koruma sağlanması kararı alındı. Bu ne demek diye sorduğumuz zaman… Şu; Uluslararası hukukta yer alan bir takım gruplara koruma sağlayan bir hüküm. Koruma sorumluluğu hükmü… Bir ülke sadece etnik bir gruba, topluluğa karşı suç işlememekle yükümlü değil, aynı zamanda hem içeride hem dışarıda bu yönde işlenen suçlara da engel olmakla yükümlü. İşte BMGK karar alırsa uluslararası koruma sağlanabiliyor. Tıpkı Ruanda’da, Bosna Hersek’te, Myanmar’da olduğu gibi… Bu örnekler veriliyor. Tabi bu çok kolay değil. Çünkü BM’ye üye ülkeler içerisinde görüş ayrılıkları malum. Dolayısıyla bu müdahalenin kabul edilmesi için tümünün onayı gerekecek. Ancak Türkiye’nin girişimleri ve İİT’nin aldığı bu karar meselenin uluslararası koruma sorumluluğu kısmıyla ilgili belki bir baskı oluşturacaktır önümüzdeki günlerde.